Theodora İoannidu, vatan borcunu ödemek olarak adlandırdığı, “Acının Karşı Kıyısı” çalışmasında, ailesi ve yakınlarının yaşadıklarının özelinde Pontus Rumlarının karşı karşıya kaldığı kelimelerin ifadede yetersiz kalacağı acılı bir süreci; Pontus Soykırımını çeşitli safhalarıyla gözler önüne serer.
Çalışma geçen yüzyılın başındaki coğrafyadaki ikinci soykırımın, mübadele adı altında tarihsel topraklarından kazınmanın, hayatta kalmak için Kafkaşları dolanarak Pontus’un kuzey kıyılarından Yunanistan’a zorlu ve zorunlu uzun göçün Türkçede bilinmeyen trajik öyküsüdür.
Theodora, vatan kaybının bir yüzü olan sadece zorlu zorunlu göçü resmetmemiş, Pontus halkının anavatanında da egemenlerden kaynaklanan baskı ve zulümleri tarihsel süreç içinde okuyucularla paylaşmıştır. Ayrıca, Pontus coğrafyasının ekonomik ve sosyal durumunu da özetler. Annuare Oriental’in 1914 yıllığında da belirtildiği gibi ekonomik olarak başat karakterde olan Pontus halkının göz kamaştırıcı refahının kıskanılmasının neden olduğu yangınlardan Ünye de azade kalmamıştır. Çalışmada söz edilen akrabalar yıllığın sayfalarında yer almaktadır.[1]
Theodora, Ünye’yi ayrıntılı resmettiği gibi Pontus’un da ekonomik ve sosyal yaşamını resmeder. Dünya Savaşı ve Rum toplumuna uygulanan ekonomik ambargo, boykotlar, sürgünler… yaşamı katlanılamaz hale getiren olumsuzluklardır. “Milli İktisat” Pontus’un üzerine bir kabus gibi çökmüştür.
Karanlık ve vahşet günleri olarak tanımladığı sürgünlere dair kullandığı belgeler ve tanıklıklar Türk Arşivleriyle de uyumludur. “1916 ile 1918 yılları arasında Batı Pontos’un tamamı, o güne kadar eşi benzeri görülmemiş bir zulüm ile sanki sınava çekiliyordu.”
Ünye’den 17 Ocak 1917 günü başlayan tehciri resmeder. Amasya’da idam edilen[2] Nikos Kapetanidis’in Epohi Gazetesinin tehcire dair yayınlarını tanık gösterir. Sürgünlerin ‘doğal yollarla’ imha etmenin bir pratiği olduğunun altını çizer. Epohi, bir anlamda Pontus Soykırımının tanıklığını paylaşmaktadır. Nikos Kapetanidis’in, yakalanıp daha sonra idam edileceği Amasya’da hapsedilene dek yayınladığı “Epohi” gazetesindeki makalelerinde dile getirdiği özelde Ünyeli Rumların genelde Pontus Rumlarının sürgünlerde çekmiş olduğu çile ve işkencelere yer verir.
Theodora, Amasya İstiklal Mahkemesi[3] adlı terör mekanizmasının kararı ile 25 Ocak 1921 tarihinden itibaren Pontus’un aydınları ve önderleri Kapetanidis ve arkadaşlarının tutuklanması[4] ile 24 Nisan 1915’te İstanbul’da başlayıp diğer şehirlerde süren Ermeni aydınları ve önderlerinin sürgünleri ile paralellik kurar. ABD Orta Doğu Yardım Misyonu Müdürü Binbaşı Yowell’in raporu ile Ermeni Soykırımı Raporları ile uyumludur. ABD Büyükelçisi Morgenthau Potus Sürgünlerinden ayrıntılı söz eder: “İttihadçılar Ermenilere karşı uyguladıkları şeylerin hemen aynısını Rumlara karşı uygulamışlardır. Rumları Osmanlı ordusuna alıp, onları amele taburlarına ayırmaya, Kafkasya ve başka yerlerdeki yol inşaatlarında kullanmaya başlamışlardır. Binlerce Rum askeri, aynı Ermeniler gibi, soğuktan, açlıktan ve başka mahrumiyetlerden ölmüştür. Rum evleri silah bulma bahanesiyle teker teker aranmış ve Rum erkek ve kadınları dövülmüş ve işkenceden geçirilmiştir. Rumlar da neredeyse hiçbir şeyleri kalmayacak şekilde mecburi resmi taleplerle yüz yüze bırakılmışlardır. İttihadçılar Rum tebaaları Müslüman olma ya zorlamaya kalkışmışlardır; Rum kızları, aynı Ermeni kızları gibi, çalınarak haremlerine kapatılmışlardır ve Rum erkek çocukları kaçırılmış ve Müslüman evlere yerleştirilmişlerdir. Rumlar, aynı Ermeniler gibi, Osmanlı Hükümetine sadakatsizlikle suçlanmışlardır…”[5]
Pontus Soykırımı iki safhada gerçekleşmiştir. Birinci Dönem, Dünya Savaşı sürecindedir. Savaşın bitmesi ve Mütareke Döneminde Pontus’un acısı bitmez, Soykırımın İkinci Safhası 12 Ocak 1921 günlü Nurettin Paşa’nın sürgüne ilişkin 10 maddelik ayrıntılı sürgüne dair emriyle 16 yaşından 50 yaşına kadar olan erkeklerin sürgünün ve bunların bir kısmından Amele Taburları oluşturulması, Hükümet ve Meclis kararı olmadan başlanmıştır. [6] Theodora, Soykırımın ikinci safhasını örnekler. Süreçteki dehşetin altını çizer.
Theodora, Anadolu’da kalan Hıristiyanların günümüze kadar devam eden tükenme sürecine kırılma noktalarını örnekleyerek süreci günümüze getirmesi de çalışmanın bir diğer önemli noktasıdır. “Farklı nedenleri olsa da bunların aslında Hristiyanları yok etme sürecinin devamı niteliğindedir. Hepsi birer insanlık suçu olan bu kıyımlar, belki de uluslararası bir kınamayla zamanında önlenebilirdi: Önlenmedi.” Sözleriyle “uygar toplum”un bir kez daha seyirci kalmasını ve duyarsızlığını kınar.
Topal Osman’ın katliamlarına ve bu katliamlara karşı oluşan direnişleri ve özverileri örnekler.
Lozan’ı “Toplumumuz aleyhine alınmış ve kabul edilemez” karar olarak kabul eder. Mübadele/kovulma sürecinde ki baskıları ve zulümleri sayarak, yollarda, kamplarda karşılaştıkları insanlık dışı durumları paylaşır.
Kuruluş’un Sağlık ve Milli Eğitim Bakanı, Lozan görüşmelerinde başyardımcı Rıza Nur gayet açıktır: “Vatanımızda başka ırkta, başka dilde, başka dinde adam bırakmamak en esaslı, en adil, en hayati iştir.”[7]
Rusların Doğu Pontus’tan çekilmesinden sonra oluşan kargaşa ortamını belgelendirir. Bu ortam sürecin Türkçede olmayan önemli ve trajik parçalarıdır. Çetelerin saldırılarına karşı Pontus’tan Kafkasya’ya göç, kolay değildir bir tarafta zorlu doğa peşlerinde çeteler, soğuk, açlık, kıtlık… Ermenilerin cezalandırma eylemleri…
Theodora seslenir: “Bir annenin bin bir güçlükle dünyaya getirdiği bebeğini yolda terk etmek zorunda kalışı, hangi hayal gücüyle açıklanabilir? Sırlındayken soğuktan donan bebeği için bağrı yanan Sofia Kiryakidu’nun acısıyla, bu yeryüzünde eşi benzeri olan bir başka acı daha var mıdır? Yolda ilerlerken düşen bir çığın, kadın ve çocukları yuttuğu anda düşülen dehşetten daha büyüğü yaşanmış mıdır?”
Ve yıllar sonra Yunanistan’a ulaşmak, karantina, yine kıtlık, kaybolan aile fertleri, akrabaların yıllar sonra birbirlerine kavuşması ve her şeye karşı dayanışma…
Theodora göçü sorgular, Rusların çekilmesinden sonra çevrelerinde oluşan kalabalık Rumlar için şaşırtıcıdır; Bu kadar öfke dolu kalabalık nereden çıkagelmişti? Köyün derhal boşaltılması gerekiyordu. Her şeyi bırakıp gitmek çok zordu. Anavatanlarına dönmekte olan Rusların arkasına takılıp gitmek, memleketi terk etmek hiç de kolay değildi. Hristiyanlar Ruslarla iş birliği yapmış mıydı? Türkler doğru mu söylüyordu. Öfkelerinde haklı mıydılar? Her halükârda Rumlar, komşularını, Rus ordusunda görevli olan intikamcı Ermenilerden korumuşlardı. Elbette, din kardeşlerinin gözetiminde daha özgürce nefes alabilmişlerdi ama asla Müslüman komşularının aleyhine davranışlar sergilememişlerdi.” Kalanlara dair Maliye Vekili Hasan Fehmi’nin TBMM kürsüsünde 10 Haziran 1922 günlü gizli oturumundaki konuşmasında genel politikayı özetleyecektir. Konu; Trabzon Belediyesi Meclis Rum Üyesi Panço ile ilgilidir. Panço Rus işgali döneminde Müslümanlara şefkat gösteren koruyan kişilerin başında geldiği için üye seçilmiştir. Ancak bunun bir kıymeti yoktur. Hasan Fehmi’nin; “Panço’yu belediye azası intihap etmekte [seçmekle] isabet ettiler. Fakat dünyada bütün Rumlar da dahil olduğu halde memleketimizde bütün Rumların arkası geldiği vakitte Panço da yerin dibine girmelidir.” [8] Theodora’nın sorusuna günümüze uzanan açık cevaptır.
Hasan Fehmi, Meclis’in gizli oturumunda soykırımlar konusunda son derece açık konuşur. Sözleri yapılan ve yapılacakların özetidir. 17 Ekim 1920 günlü Meclis oturumundaki; “Tehcir meselesi, biliyorsunuz ki dünyayı velveleye veren ve hepimizi katil telakki ettiren bir vaka idi. Bu yapılmazdan evvel alem-i Nasraniyet’in bunu hazmetmeyeceği ve bunun için bütün gayz ve kinini bize tevcih edeceklerini biliyorduk. Neden katillik unvanını nefsimize izafe ettik? Neden o kadar azim, müşkül bir dava içine girdik? Sırf canımızdan daha aziz ve daha mukaddes bildiğimiz vatanımızın istikbalini taht-ı emniyete almak için yapılmış şeylerdir.”[9] soğukkanlılıkla sarf ettiği sözleri cinayetlerin ve Soykırımın kesintisizliğinin ifadesidir. Kurucu Vekil, sadece Pontus konusunda değil Ermeni Soykırımı konusunda da son derece açık sözlüdür.
[1] https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/2923?fbclid=IwZXh0bgNhZW0CMTEAAR3cQDCnqChy-vbFjJNJnHKQyOEhMWEcy41teDNeUbJqtFNuVRxutno6MI4_aem_kXPkrKvhmy-abXmUlO6BzQ
[2] 21 Eylül 1921 günlü Hakimiyet-i Milliye gazetesinde idam edilenlerin listesinin yayınlanması, idamların 21 Eylül 1921 öncesinde infaz edildiğini göstermektedir.
[3] “Mahkeme” üyelerinden İttihat ve Terakki Cemiyeti Ankara Murahhası ve Ankaralı Ermenilerin soykırımından sorumlu Bursa Mebusu M.Necati’nin (Kurtuluş) bir ironinin ötesinde sürekliliğe işaret ettiğini söylemek yanlış değildir.
[4] Genel Kurmay, Arşiv Belgeleriyle Rum Faaliyetleri, Cilt 1, Romaic Activities İn The Archive Documents Volume 1, Ankara 2009, s 247
[5] Henry Morgenthau, Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü, çev: Attila Tuygan, Belge Y. 2005, s 238.
[6] TBMM, Pontus Meselesi, Y.H. Yılmaz Kurt, 1995 sayfa 398
[7] https://www.academia.edu/884487/_Turkification_Policies_in_the_Early_Republican_Era_?email_work_card=view-paper&li=0
[8] https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/GZC/d01/CILT03/gcz01003051.pdf s 393
[9] https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/GZC/d01/CILT01/gcz01001085.pdf. s. 177.