Osmanlı’nın silahsızlandırılması için görevlendirilen Albay Alfred Rawlinson’un, Türkiye’nin kara kutusu olduğu söylenebilir. Rawlinson herhangi biri değildir; General Sir Henry Rawlinson’un kardeşidir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşmasının mimarlarından İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un yeğeniyle evlidir.
Kazım Karabekir’in, Mustafa Kemal’e 29.12.1335 (1919) tarihinde Erzurum’dan Ankara 20. Kolordu Kumandanlığı aracılığıyla yolladığı telgrafta, Karabekir, Albay Rawlinson’un İngiltere’den tekrar Erzurum’a dönüşünde Rawlinson ile yaptığı uzun mülakatı bildirir. Mülakatta Albay tarafından yeni devlet şekli olmak üzere birçok şey dikte ettirildiği gibi, Albay Rawlinson etnik temizlik de önerir:
“Sulh olunca İslâmları dâhile alınız, Hıristiyanları da def edin gitsinler…”[1]
Öneriler, Lord Curzon’un görüşlerini yansıtmaktadır.
Bu bakımdan Rawlinson’un tanıklıkları önemlidir.Rawlinsongünlüğünde ve ‘Yakındoğu Hatıraları’nda[2]Ermeni ve Pontos soykırımlarını belgeler. Rawlinson’un günlüğünden Soykırım sürecinin 1922 sonlarına, İkinci Jön Türklerin ‘millî mücadele’ dönemine uzandığını görmekteyiz.
Rawlinson’un günlüğü ve anıları, Pontos halkının tarihsel anavatanında maruz kaldığı soykırımı gözler önüne serdiği gibi, bu soykırımın sınır ötesine uzandığını da belgeler.
Soykırımın sınır ötesine taşınması
Bolşevik Devrimi sonrasında Sovyet hükümetinin kuvvetlerini cephelerden çekmesi, Sivas’ın gerisine çekilmiş olan Osmanlı Ordusu’nun serbest hareket etmesini sağlamakla kalmamış, soykırımın sınır ötesine taşınarak yeni bir boyut almasına da neden olmuştur.
1918 yılının Şubat ayında Osmanlı 3. Ordusu Batı Ermenistan yerleşimlerini sırayla ele geçirmeye başlar; 25 Nisan’da, tahkim edilmiş Kars Kalesini alarak, Aleksandropol şehri için açık bir tehdit oluşturur. Mayıs başında Osmanlı Ordusu Ermenistan’a girmiş, Aleksandropol başta olmak üzere birçok şehir ve kasabayı ele geçirerek bu yerleşim bölgelerinde kıyımlara başlanarak Yerevan bölgesi kuşatılmıştır. 21-28 Mayıs arasında cereyan eden Sardarabad, Karakilise ve Paş-Aparan muharebelerinde, her yaş ve sınıftan Ermeni’nin çabalarıyla Osmanlı Ordusu durdurulur. 1918’in Eylül ayında Azeri ve Türk güçleri Bakü’yü ele geçirir. Bahaeddin Şakir’in Emniyet Müdürlüğü’ne getirildiği Bakü şehrinde katledilen Ermenilerin sayısının 15 ila 25 arasında olduğu belirtilmektedir. Osmanlı Güçlerinin bir sonraki hedefi Karabağ olduysa da, Antranik komutasındaki Ermeni gönüllüler buna fırsat vermez.
Osmanlı, Mondros Ateşkesi’yle kayıtsız şartsız teslim olur ve işgal ettiği bölgelerden çekilmek zorunda kalır. Savaş, abluka, işgal dönemindeki talan ve 1918-19 kışı, 200 bin insanın açlık, soğuk ve tifüsten ölümüne neden olmuştur.
Alman tanık Otto Lossow, bu vahim durumu şu sözlerle özetler: “Türkler Transkafkasya’daki Ermenilerin de toplu imhasını başlatmış durumda. Sürekli tekrarladığım gibi, Türk politikasının amacı, Ermeni mahallelerinin mal ve mülklerine el koyup, Ermenileri imha etmektir Talât’ın iktidar partisi tüm Ermenileri ortadan kaldırmak istiyor. Sadece Türkiye’dekileri değil, Türkiye dışındakileri de. Transkafkasya Ermeni milletinin kalıntılarını tam bir kuşatma altına aldıktan sonra Türklerin bütün Ermeni ulusunu açlıktan öldürme niyeti taşıdığı apaçık.”[3]
İttihatçılar savaş sonrasında oluşan durumdan yararlanarak daha elverişli, yeni bir konum almakta gecikmezler. Kızıl Ordu’nun zaferi de İttihatçılara başka alternatifler ve olanaklar sunmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) yeni versiyonu olan milliyetçi hareketin temsilcileri Kemalistler, bu olanaklardan yararlanarak etnik temizlik yaptıkları coğrafyanın güvenliği için Ermenistan sınırında ve Bağımsız Ermenistan topraklarında ikinci bir operasyondan çekinmemiştir.
19 Mayıs’ta Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal’in ilk andan itibaren endişesi Ermenilerdir. Daha ayağının tozuyla yazdığı raporlar, hayatta kalan Ermenilerin geri dönmelerinin önlenmesine karşı tedbirler alınmasına yönelik cümleler içerir.
İstanbul Hükümeti de bu raporlara istinaden alınacak tedbirleri bildiren emirler vermektedir. Bunlar arasında, askeri harekâtı kapsayan hükümler de yer almaktadır. Tek kaygı, Batı’yı kaygılandırmamaktır; Batı’yı kaygılandırmadan operasyonlar yapılabilir.
Mustafa Kemal’in Genel Kurmay Başkanlığı’na yolladığı ilk telgraflarından biri olan 24 Mayıs 1335 (1919) tarihli telgrafta dikkat çektiği husus, Ermenilerin geri dönüşüdür. Telgrafta kullanılan dil, bu olasılığın bir anlamda şeytanlaştırıldığını göstermektedir:
“Silahlı 300 Ermeni’nin üç makinalı tüfek ve pek çok bomba ile Kars’tan Erzurum’un kuzey doğusundaki sınır üzerinde bulunan Kosor mevkiine geldikleri haber alınmıştır. Ermeniler siyasi emellerini elde etmek için güvenlik ve asayişi bozulmuş göstermek maksadıyla mütarekeden beri tasarladıkları Doğu vilayetlerine geçirecekleri çeteleri bu mevsimin kolaylaştıracağına inandıklarını sanıyorum. Bu ihtimali göz önünde bulunduran 15. Kolordu gereken tedbirleri almıştır. İngilizlerin bugünkü ordu mevcuduna taarruz ettiklerini sanıyorum. Bugünkü mevcudun korunması ve gerekirse artırılması…”[4]
Bu telgraf Harbiye Nazırlığı’nı endişelendirir. Genel Kurmay Başkanı Cevat [Çobanlı], İkinci Başkan Kâzım [Orbay, Enver’in damadıdır] ve Şube Müdürü Basri [Saran], Sadaret’e yazdıkları yazıda bu rapora göre tedbir alınmasını ister.[5]
Mustafa Kemal, 5 Haziran 1335 (1919) tarihli raporunda, Ermenilerin gittikçe “şımardıklarını”, memleketin emniyet ve asayişini bozmaya çalıştıklarını bildirir:
“Hıristiyanları şımartıp çılgınca davranışlara sürükleyen Rum ve Ermeni kundakçıları, yabancılara güvenlik ve asayişi bozuk gösterip işgal ve müdahaleyi hazırlamak ve özellikle yabancı subayların bulunduğu yerlerde hükümetle hiçbir temasta bulunmayarak doğruca yabancılara müracaat etmek gibi işler yapmakta ve İslamlar aleyhine olaylar çıkaracak tutum ve davranışlarını sürdürmektedirler. Rum ve Ermeni komitecileri birbirleriyle ilişkiler kurmaktadırlar…”[6]
Milliyetçi hareketin liderlerini, İzmir’e çıkan Yunanistan güçlerinden çok Ermeni ve Pontos güçleri kaygılandırmaktadır.
9 Haziran 1335 (1919) tarihinde Sadrazam Vekili Şeyhülislam Mustafa Sabri imzasıyla Harbiye Nazırlığı’na aşağıdaki emir verilmiştir:
“Ermenilerin Kafkasya sınırlarımız ve çevresindeki bazı bölgelerde kuvvet toplamak ve yığınak yapmakta oldukları haberi alınmıştır. Bunların doğu vilayetlerimize henüz yerleşmiş göçmenleri yerlerinden oynatmak niyetiyle yapıldığının sanıldığından söz edilmektedir… Ermenilerin Kars, Sarıkamış’ta 10 bin asker yığdıkları ve Antranik’in 30 bin kişilik çetesiyle Van tarafına inmekte olduğu son defa haber alınmış, bu hareketlerle hükümeti İzmir’in işgali gibi bir oldubitti karşısında bulunduracakları hissedilmiştir… Mahalli güvenlik ve asayişin bozulmaması ile masum İslam ahalinin taarruzlardan korunması için özel savunma harekâtına girişmek zorunda kalınacaktır…”[7]
Sadrazamlığın bu talimatı üzerine Harbiye Nezareti Doğu sınırında alınacak tedbirleri 11 Haziran 1335 (1919) tarihinde 15. Kolordu’ya bildirir. 5. ve 6. maddeler, bir vesile yaratılarak Ermenistan’a karşı savaşı içerir.
“E- Ermenilerin her hangi bir saldırısına karşı 15inci kolordu dışa karşı ipucu vermemek şartıyla her türlü tedbiri alacak ve ilk hazırlıklara şimdiden başlayarak gereken hususlar hakkında müfettişlik ve kolordu Nazırlığa tekliflerde bulunacaklardır.
F- Engelleme tedbirleri, savunma tertipleri ve gereken hazırlıkların görünüşte diğer sebeplere istinat ettirilmesi ve gayet gizli yapılması tavsiye olunur.”[8]
Kâzım Karabekir’in komutan olarak atandığı 15. Kolordu’nun harekât bölgesi, 1914 Ağustos’unda Teşkilat-ı Mahsusa’nın örgütlendiği bölgenin bütününe yakınını kapsamaktadır. Karabekir, bölgeye ve kolorduya yabancı değildir. Dönemin Teşkilat-ı Mahsusa elemanları da aşina oldukları bölgede faaliyetlerine devam etme imkânına kavuşmuşlardır.
Kısaca, gerek İstanbul, gerek Ankara’nın milliyetçi liderlerinin Ermenilere karşı aynı politikayı izlediği söylenebilir. Milliyetçi hareket, kolonyalist güçlerin yeni bir harekât düzenleyemeyeceklerinin de bilincindedir.
Bu ortamda Eylül 1920’de başlayıp altı ay süren işgal döneminin bilançosu ağır olmuştur.
Sovyet Ermenistanı Halk Komiserleri Konseyi Başkanı Alexander Miasnigyan, 1921 Haziranı’nda Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin’e gönderdiği telgrafta, Türk işgal kuvvetlerinin Aleksandropol ve çevresinden çekilmesinin ertesinde sunduğu kayıplar listesinde Türklerin öldürdüğü kişilerin toplam sayısı 30 bin erkek, 15 bin kadın, 5 bin çocuk ve 10 bin genç kız olmak üzere 60 bini bulmuştur. 38 bin yaralıdan 20 bini erkek, 10 bini kadın, 5 bini genç kız, 3 bini çocuktur. Yaklaşık 18 bin erkek esir alınıp götürülmüş, bunlardan sadece 2 bini sağ kalmıştır. Diğerleri ya açlık, kötü hava koşulları nedeniyle ya da kılıçtan geçirilerek ölmüştür.[9][10]Sadece, Aleksandropol kırsalında katledilenlerin sayısı 30 bini, açlıktan ölenlerin sayısı 32 bini bulmaktadır.
Sovyet Tarih Ansiklopedisi’nin 1961 baskısına göre, Ermenilerin verdiği kayıplar şu şekilde özetlenir: “Türk-Ermeni savaşı sonucunda, sadece Türklerin işgal ettiği bölgelerdeki kurbanların sayısı 198 bine yakınken, tahrip edilen ya da Türkler tarafından el konan mülklerin değerinin on sekiz milyon altın ruble olduğunun tahmin ediliyor.” [11] Alihanyan, Kemalistlerin, işgal ettikleri Ermenistan topraklarında verdikleri maddi zararın 20 milyon rubleye yakın olduğunu söyler.[12][13]
7 Aralık 1921’de Çiçerin ve Orjonikidze’ye çekilen bir telgrafta talanla ilgili olarak şu ifadeler yer alır: “Emin ve sağlam kaynaklardan gelen haberlere ve Mdivan tarafından da doğrulanan bilgilere göre, Türkler hiçbir zorlukla ve direnişle karşılaşmadan tüm gıda depolarını ve çocuk yuvalarını basıp bütün gıda maddelerine el koymakta ve Aleksandropol kırsalındaki bütün köylülerin hayvanlarını önlerine katarak götürmekte; Aleksandropol’de Ermenistan’a ait ne varsa tamamen boşalttıktan sonra Aleksandropol’ü bırakacaklarını açıkça belirttikleri, hatta çok büyük miktarda barut ve cephaneye de el koyarak beraberlerinde götürdükleri gelen haberler arasında. Ermenistan Devrimci Komitesi’nin konuyla ilgili protestolarının kararlılıkla savunulması gerekir.”[14]
Sovyet Ermenistan Dışişleri Bakanı Bekzadyan,Ermenistan Devrimci Komitesi adına 10 Aralık’ta, Türkiye Kemalist hükümetine gönderdiği, uyarı niteliğindeki protesto mektubunda şöyle der:“Yeni nitel değişimlere rağmen, Ermenistan’ın işgal edilmiş bölgelerinde Türk ordusu komutanlığınca yine askerî operasyonlar yapılmakta; Ermenistan’a karşı eskiden beri büyük bir özen ve sinsilikle sürdürdüğünüz yok etme politikalarınızın değiştiğini söyleyebilir misiniz? Hayır, bugün halen halklara karşı giriştiğiniz soykırımcı, katliamcı politikalarınızı devam ettiriyorsunuz. Halkların kanlarıyla beslenen imparatorluğunuzdan devraldığınız mirası devam ettirmeye çalışıyorsunuz, bunun başka bir izahı olamaz.” Bekzadyan, aynı bölgede yaşanan birçok olayı kanıtlarıyla ortaya koyar; Aleksandropol’deki Türk komutanların verdiği emirle yetim kalmış çocukların son yiyeceklerine el konarak, açlığa mahkûm edildiklerine ve bunun bilinçli olarak yapıldığına özellikle dikkat çeker.[15]
19 Ocak 1921’de, Bekzadyan, Kemalist Dışişleri Bakanlığı’na yolladığı bir diğer notada, kesinlikle güvenilir bilgilere göre Ermenistan’daki Türk kuvvetlerinin geniş çaplı şiddet, yağma ve cinayet eylemlerinde bulunduğunu iddia ederek yeniden itiraz eder. Ayrıca, “Yaşı 18 ile 50 arasında olan, güçsüz bedenli erkekler giysileri ellerinden alınarak sınır ötesine sürüldüler. Sarıkamış ve Erzerum’da zorla çalıştırmaya yöneltiliyorlar… şehrin işgali sırasında Kars’ta,[16] ilk üç gün boyunca silahlı kuvvetleriniz tarafından uygulanan organize yağma genel bir karakter haline geldi. Şiddet ve cinayet gerçek katliam şeklini aldı” diyerek, bu faaliyetlerin durdurulmasını ister.[17]
Albay Rawlinson, kurbanlara yardımcı olmaya çalışan Amerikan Yardım Kuruluşu personelinin sınırdışına çıkarıldığından söz eder. Bu kişiler, Rawlinson’un deyimiyle, yıllardan beri kökü kazınmak istenen Hıristiyan gruplara yardım etme suçunu işlemişlerdir. “Bildiğim kadarıyla bunlar uzun zamandır Kars ve Erivan mıntıkalarında açlıktan ölen Ermenilere yardım etmek hususunda kendi alışılmış görkemli işlerini yürütmekteydiler. Bunların hayırseverlikle ilgili herhangi bir şeyin ümitsizce açıklanamaz olduğu ve insanlık davasındaki bu kahraman emekçilere, Türk Hükümeti’nin o anda ve uzun yıllardan beri kökünü kazımak için kasıtlı bir siyaset güttüğü, Hıristiyan azınlıkların lehine Avrupa ve Amerika’da sempati uyandırmak amacıyla casusluk yapan ajanlar olarak muamele etmeye meyilli Türkler tarafından zorla ülkenin dışına çıkarıldıkları sonucuna vardım.”[18]
Birçok kişinin değindiği ve notalarda söz edilen ganimetlerin nereye gittiğini, Kemalist yazarların ifadelerinden anlıyoruz. Bu ganimetler, milliyetçi hareketin finansmanında kullanılmıştır:
“Hiçbir yerden bir kuruş para gönderilmediği halde, Doğu Ordusu bu bölgeye Birinci Dünya Savaşında yığılan ve düşmandan ele geçirilen askerî eşya ve yiyecek stoklarından fazla olanlarla ihtiyaçlarını karşılanmıştır. Bu şekilde devletin hiçbir desteği olmaksızın savaş gücünü ayakta tutan Doğu Ordusu ‘Ermenilere karşı kazandığı zaferle’ doğu topraklarımızı kurtarmakla kalmamış, Ermenilerden ele geçirilen silahların ve kazanılan toprakların gelirlerinin Anadolu’nun kaynakları arasına katılmasını sağlamıştır.”[19]
Fevzi Paşa Meclis’te bunu bir gurur vesilesi olarak ifade eder: “Reis Paşa hazretlerinin burada buyurdukları gibi, cephanemizi ikmal ettik. Nasıl ikmal ettik biliyor musunuz? Düşmanlarımızdan aldığımız cephaneler, bugün bizim şimdiye kadar olan cephane sarfiyatımızın beş-on mislini Ermenilerden aldık ve bunu ilân ediyoruz”[20]
Sovyet Ermenistanı Dışişleri Bakanı’nın protestosunda (Ocak 1921) sözü edilen esirlerin, 1922 yılının Mart ayında yine ölüm yollarında, perişan halde olduklarını Rawlinson’un hatıralarında izliyoruz:
“Ermeni Esirler” (Mart 1922, Erzurum)
“Eski mahallerimizden ayrılınca ilk Ermeni esirleri gördük. Gördüklerimiz amele (aslında doğru kelime köle olmalı) olarak kullanılanlardı. Gözlenen her çeşit açlık, sefalet ve mahrumiyet görmeye alışıktı. Ama bu insanlar içler acısı halı karşısında tam bir şok yaşadım. Hayatım boyunca o gün gördüklerimi herhalde unutamayacağım. Kış ortasındaydık, her yerde diz boyunu geçen kar vardı. İnsanın iliklerine kadar işleyen buz gibi soğuk ve sert esen kutup rüzgârında, bu sefil hayaletler üzerleri bit kaynayan loş gibi paçavralara sarınmışlardı. Paçavraların örtemediği bir deri bir kemik kalmış bu insanları görünce, insanların bu kadar zorlu koşullarda yaşayabilmesi imkânsız göründü.”[21]
“Bu acıklı sefaletin ne kadar süreceği ancak ve sadece bu insanların bünyelerinin teker teker gösterecekleri mukavemete bağlı idi. En mukavemetliler belki de en bahtsızlardı. Zira ölüm sayesinde ıstıraptan çabuk kurtulanlardan sonra onlar daha çile doldurmaya devam edeceklerdi.”[22]
Pontos Soykırımı tanıklığı
Pontos Soykırımı, ilki, Mart 1916’da başlayan İttihat ve Terakki döneminde, ikincisi, 19 Mayıs 1919 tarihinden itibaren olmak üzere, iki safhada, sistemli bir şekilde uygulanmıştır. Ermeni Soykırımı’ndan tecrübeli olan II. Jön Türk mensupları, bu kez belge ve tanık bırakmamaya özel bir önem vermişlerdir. Lakin bunu önleyemediklerini söyleyebiliriz. Gerçek inatçıdır! Birçok kişinin tanıklıkları, Pontos coğrafyasındaki soykırımın unutulmasının önüne geçmiştir. Rawlinson da, günlüklerinde Pontos Soykırımı’nı belgeler.
Erzurum’dan Trabzon’a (5-14 Ekim 1922)
“10 Ekim sabahı saat 5:30’da Hardak’tan yola çıkıldı.
Öğleden sonra 4:55’te Gümüşhane’ye varıldı.
Yaklaşık 200 (Rum) kadın içler acısı bir vaziyette yaklaşık 20 Türk askeri tarafından doğuya götürülüyordu.
11 Ekim sabahı saat 7’de Gümüşhane’den yola çıkıldı.
Yaşları 15 ila 60 arasında 150 Rum erkeği yanımızdan geçti, doğuya köleliğe gidiyorlardı.
12 Ekim sabahı saat 7’de Zigana Han’dan yola çıkıldı.
Öğlen 12:30’da Hamsiköy’e varıldı.
Yerleşimcilerin (oradakilerin ve sahil bölgesindekilerin hepsi Rum) büyük bölümü çalışma kamplarında çalıştırılmak üzere iç bölgelere götürülmüş ve malları ve evleri yağmalanıp yıkılmış. 200 civarında Rum kadın hâlâ bir sundurmanın altında tutuluyor, yiyecekleri yok ve üzerlerinde yalnızca ev içinde giyilen giyecekler var. Türk askerlerinin ve soğuğun merhametine bırakılmışlar.
12 Ekim, sabah saat 7. [Hamsiköy’den] Yolda daha çıkmadan çalışma kaplarına götürülen 200 Rum erkeği gördük. Yolda yaklaşık 50 daha gördük ve Cevizlik’te de yaklaşık 200 Rum erkeğinin toplandığını öğrendik. Tarlalarda çalışabilen her Rum (yalnızca kadın, çocuk ve yaşlı erkekler vardı) acınası bir korku yaşıyordu ve bizim silahlı Türk muhafızlarımızı görünce korkudan kayaların arkasına saklanıyorlardı. Silahlı Türkler yakalayabildikleri herkesi ve girebildikleri her evi soyup soğana çeviriyordu.
13 Ekim motorla Cevizlik’ten ayrıldık.
Yolda köleliğe gidenleri saydım, toplam 184 Rum erkeği vardı.
Muhafızlar eşliğinde giden Rum erkeklerinin sayısı yaptığımız hesaplamalara göre 500’dü. Ancak sayının gerçekte daha büyük olduğunu konusunda az da olsa kuşkuları var. Bununla birlikte Rum erkek nüfusunun daha büyük bölümünün (15 ila 50 yaşları arasında) bakımsızlıktan ve açlıktan ölen Ermeni amele taburlarının yerini çoktan aldığını da biliyordum. Bu Rumların da hepsi önümüzdeki kış ölecekti. Yanından geçtiğimiz Rum kadınların sayısı da 400’dü. Hepsi gençti ve onları bekleyen geleceği ve o andaki acılarını yeterli biçimde anlatmak mümkün değil.”[23]
Kaynak:
[1] Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz(Türkiye Yayınevi, 1960), s. 416
[2] Albay Rawlinson’un Ortadoğu Hatıraları, çev. Cengiz İ. Çay (Tarih Kuram, 2016),
[3] Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımı Tarihi, çev. A. Çakıroğlu (Belge, 2008), s. 499.
[4] Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, Anda Dağıtım, 1976, s. 830 Harp Vesikaları No:77.
[5]a.g.y. s 831 Harp Vesikaları No:78.
[6]a.g.y. s 831 Harp Vesikaları No:64.
[7]Agy…s. 831
[8]A.g.y. s832 Harp Vesikaları No:82.
[9][10] E. Sarkisian ve R. Sahakian, Vital Issues in Modern Armenian History(Watertown MA, 1965), s. 55-56 (aktaran: Dadrian, a.g.y., s. 517).
[11] Sovetskaya İstoriçeski Ensiklopedya, 1. Cilt (Moskova, 1961), s. 748 (aktaran: Dadrian, a.g.y., s. 519).
[12][13] Samvel D. Alihanyan, G.K. Orjonikidze ve Ermenistan’da Sovyet İktidarının Kuruluşu, çev. Armenak Çaparidze (Umut Yayıncılık, 2010), s. 170.
[14] a.g.y., s. 167-168.
[15] a.g.y.
[16] Sarkisian A Sahakian, Vital Issues in Modern Armenian History(Watertown MA, 1965), [n 9|, s.54-56. Kars’ın ele geçirilmesinin arkasından yaşanan kıyım “şehrin ve çevre ilçenin barışçıl sivil ahalisinin tam iki hafta boyunca maruz bırakıldığı katliamı anlatıyor” sözleriyle ifade edilir ( Dadrian, a.g.y., s. 518).
[17] Andrew l. Zapantis, Greek-Soviet Relations, 1917-1941 (Columbia University Press, 1982), s. 73.
[18] Albay Rawlinson’un Ortadoğu Hatıraları, çev. Cengiz İ. Çay (Tarih Kuram, 2016), s. 384.
[19] Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları(Atatürk Araştırma Merkezi, 1990), s. 332.
[20]Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, 2. cilt (Kastal, 1987), s. 510.
[21] Alfred Rawlinson, Adventures in The Near East, 1918-1922(Andrew Melrose, 1923), s. 307 (aktaran:Dadrian, a.g.y., s. 517).
[22]Albay Rawlinson’un Ortadoğu Hatıraları, s. 356.
[23] Konstantinos Fotiadis, TheGenocide of the Pontos Greeks, Selanik, volume 13 p. 243. (çeviri: Erol Kaplan)