Anayasal reformlar ve vaadlerle örtüşen 1908 İttihat ve Terakki Cemiyeti darbesinden sonra oluşan siyaseti kısaca şöyle özetlemek mümkün: Hamid’in yerine Osmanlı coğrafyasına daha tehlikeli binlerce İttihat ve Terakki Komitesi mensubu despot türemiş ve devlete el koymuşlardır.
Bu bakımdan 1908 bir aldatmacadır. Anayasal reform sözleri sorunu geleceğe yayarak çürütmeye yöneliktir. Jöntürklerin ajandasının en önemli maddelerden biri etnik temizliktir. İttihat ve Terakki komitesi de bu konuda açıktır; Jöntürklerin ideologu, örgütleyicisi ve eylemcilerinden Dr. Nazım daha 1908’de İzmir’de Yunanlı bir gazeteciye coğrafyanın kadim halklarının kazınmasına ilişkin ajandasını pervasızca açıklanmakla olacakların bir kronolojisini verir[1]. Nitekim olaylar, Dr. Nazım’ın çizdiği çerçevede gerçekleşecek ve Osmanlı coğrafyası Müslüman-Türklerin dışındaki unsurlar açısından kan gölüne çevrilerek Osmanlı coğrafyasının kadim halkları tarihsel topraklarından kazınacaktır. Dr. Nazım: “…Kastettiğimiz,her fedakarlığa katlanarak yurdumuzun elemanlarını tekbir ulus ve tek bir İslam dini fikrini benimsemeleri için çalışacağız, öyle ki çoğunluk veya azınlıklar, Yunanlılar, Türkler, Ermeniler ve Yahudiler söz konusu olmasın, ”sizler ve bizler” diye bahsedilmesin, Hristiyanlık, Müslümanlık, Musevilik ilk planda olarak insanları gruplara ayırmasın, fakat istisnasız hepimiz bağlı kalacağımız tek bir Müslüman ülke içinde birleşme idealini ön planda tutmalıyız…”
Kimileri canını kurtarabilmek için suyun diğer yanına kendini dar atacak; kimilerinin ise böyle bir şansı olmayarak -ki bunlar ezici çoğunluğu oluşturmaktadır– ya anında ya da tehcir adı altında soykırımla sonuçlanacak ölüm yolculuğunda tükenecekler ya da askerlik adı altında yük hayvanı olarak kullanılacakları amele taburlarında çürüyeceklerdir.
1909 Nisan’ında Kilikya’da vuku bulan katliamlar bir anlamda olacakların da habercisidir. Yerel ittihatçıların yönetiminde birincisi gerçekleşen katliamların ardından, olayların yatıştırılması için İttihad yönetimince gönderilen Dedeağaç taburu ve yerel İttihadçıların işbirliğiyle ikincisi gerçekleşen katliamlar 25-30 bin Kilikyalı Ermeni’nin öldürülmesi ve mallarının yağmalanmasıyla sonuçlanmıştır. Bu bakımdan Kilikya 1909 bir anlamda gelecekteki soykırımın bir provasıdır.
Aydın mebusu Emmanueilidis Kilikya olaylarını açıklarken İttihatçı etkenini vurgular. “Burada değinmemiz gerekli olan konu: Jöntürkler merkezde katliam için emir vermemiş olsalar bile, yerel Jöntürkler olaylarda büyük çapta yer almışlar ve eski Türklerle [eski yönetim kalıntıları ile] birlikte Ermenilere karşı ortaklaşa bir parti teşkil etmişlerdir. Üzülür gibi yaptılar, düzeltmeler vaat ettiler ama manen müteessir kalmadılar ve Ermeniler de, Ermeni Ülkelerinde yabancı olarak yaşamaya devam ederken, çalışmasıyla terden ıslatmış doğduğu yerini, servetini, toprak ve meyvelerini ilk gelen yağmacının elinde göreceklerdi.” Emmanueilidis’in sözleri bir gerçeğe işaret etmektedir. Olacaklar çok erken fark edilerek dikkat çekilmiştir.
Bu bakımdan Osmanlı parlamentosundaki Rum milletvekilleri tarafından daha 1910’da hükümete sunulan muhtıranın girişi bir umut kırıklığını ifade etmektedir: “Maalesef, hemen Anayasa’nın ilanından sonra, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki diğer uluslara yönelik içten ve kardeşçe duygular içinde olmamaktan kaynaklanan sayısız olay, Rumların umutlarını kırmaya yardım etti ve etmektedir.”[2]
Balkan Savaşındaki “utanç verici” yenilginin faturası Ege Bölgesindeki Rumlara çıkarılır. Oysa Savaş öncesi Komite iktidardan çekilmiş. Komitenin en önemli unsurları haritaları da toplayarak Trablusgarp’a İtalyanlara karşı savaşa gitmişlerdir. Savaş sonrası oluşan sınır, Osmanlı ordularının danışmanı Alman generali Goltz Paşa’nın daha önce çizdiği Osmanlı sınırlarıyla örtüşmektedir.
O dönem oluşan edebiyat örnekleri nefret söylemiyle doludur. “Hıristiyan ulusları, Biraz da bizi dinlemenizin vakti gelmiştir. İslamiyet’in Avrupa’ya karşı nefreti amansızdır. Asırlar boyu aramızda bir uzlaşmanın bulunması için yaptığımız çabaların neticesine bakın: Tarihimizin herhangi bir zamanını bugüne kıyaslarsak, size bugün olan kinimiz her zamankinden fazladır.”[3]
Jöntürkler muhalefet ile birlikte gelecekte muhalif olabilecekler ile sindiremeyecekleri unsurları da yok etmeye karar vermiş ve hemen uygulamaya geçilmiştir. İlk şiddet hırsı Rumlara karşı yönetildi. Bunun yapılması için de algılarına göre bulunan bahane, Balkan Savaşı ve elden giden illerden giden Müslümanların göçüydü.
Jön Türklerin başa geçmelerinden az sonra ticari boykot başladı ve yavaş yavaş Rumların yaşadıkları bütün topraklara yayılıp 1914 senesinin ilk aylarında had safhasına ulaştı.
Vatanın ve Peygamber’in adına bu ticari boykot camilerde, derneklerde ve gazetelerin makalelerinde ilan ediliyordu. Hiç bir Müslüman’ın bir Rumla alışveriş yapmasına müsaade edilmiyordu, yapılan alışverişler iptal ettiriliyordu, karara itaatsizlik olursa o adam ölesiye dövülüyordu ve bu alışverişin nesnesi de imha ediliyordu. Bu kanunun adı milli istek olarak anılıyordu ve temel sebebi de milli uyanıştı. Ermeni ve Museviler de aynı muameleye tabii tutuluyordu ve bunlardan itaat etmeyenlere de boykot uygulanıyordu. Kırkağaç Müftüsü bu boykotun Şeriata karşı düştüğü gerekçesiyle bir Fetva çıkartınca, hemen görevinden alındı.”[4]
Savaş öncesinde Egedeki bu olaylar Komite tarafından özel olarak örgütlenmiştir. Gelecekte cumhurbaşkanı olacak olan Mahmut Celal (Bayar) Bursa’da çalıştığı bankadan istifa ettirilerek İzmir İTC katibi mes’ulü olarak görevlendirilerek Helen unsurlara karşı savaş örgütlenmiştir. Bu ekibin içinde gelecekteki soykırımlarda aktör olacak Kuşçubaşı Eşref, Kaymakam Pertev Bey [General Pertev Demirhan], mutasarrıflar Mahzar Müfit [Kansu], Dr. Reşit, İbrahim Bedreddin… gibi kişiler yer alacaktır.
Kilikya’dan sonra savaş öncesi soykırımın bir provası da Ege bölgesinde gerçekleştirilir[5].
Aydın mebusu Emmanuel Emmanueilidis uygulanan bu resmi politikayı vatandaşlara karşı kutsal savaş olarak nitelendirir[6]:
“Rumlara karşı ilk darbe, savaştan önce vurulmuştu. 1914 senesinin ilk yarısında, 250.000 Rum kovularak varlıklarına el kondu ve bu şekilde Trakya ile İzmir bölgesinin Türkleşmesi için ilk adım atıldı. Ama bu yeterli değildi. Bu hareketin en az 10 yıllık bir süreci olmalıydı. Bu süre zarfında etnik temizlik programı ısrarla uygulanacaktı ve zaman zaman duruma göre, baskı da eşlik edecekti. Sonunda Helenizm, büyük şehirlerde toplatılıp kısıtlanarak, önemsiz bir azınlığı teşkil edecekti. Kalanlar için, hükümetin alacağı idari ve ekonomik tedbirler kâfi olacaktı. Zenginler Enver’in sarfettiği söylenen cümlesine göre fakir, fakirler dilenci ve hepsi birden zengin fakir, Türklerin köle ve hizmetçileri olacaktı.”
Dönemin Çeşme (Krinos) Kaymakamı Hilmi Uran Hatıralarında Çeşme ilçesinde oluşan dehşetin sonucunda ilçedeki Rum nüfusun 2 hafta içinde ilçeyi terk ettirilmesini naklederken ilçenin kısa bir portresini çizer. Bu bir anlamda Rum nüfusun neden yok edildiğinin itirafıdır:
Türklerde hakim bir millet olma gururunun muhteşem belirtilerinden başka bir şey de kalmamışa benziyordu. Servet Rumlarda, mal ve mülk Rumlarda, ticaret ve sanat Rumlarda idi. Türkler daha ziyade eski bir efendiliğin –artık sayılmaz ve itibar edilmez olmuş—tesellisi ile geçiniyorlardı. İlçenin 45 bin nüfusundan 40 bin’i Rum’du ve Türkler kasabada olduğu gibi, bütün ilçede de azınlıkta idi.[7]
Uran aslı esası olmayan(!) bir can korkusu ile koca ilçenin yer değiştirdiğini söyler: …[M]evhum bir can korkusu, işte böyle koca bir ilçe halkını yerinden oynatabiliyor ve onları zaptedilemez, durdurulamaz hale getiriyordu. Çeşme’nin bir iki hafta içinde tamamen çehresi değiştiriveren Rum muhacereti işte böyle başlamış ve böyle bitmişti.[8]
Rumların göçertilmesinden sonra sıra yağmaya gelmiştir: Her ev, hemen işgal edilemediği için evlerde götürülemeyip de Rumlar tarafından öylece bırakılan eşya da bir müddet, evler gibi sahipsiz kalmıştı. Bu gibi sahipsiz eşya da bir müddet, evler gibi sahipsiz kalmıştı. Bu gibi sahipsiz eşya hiçbir hırsızlık olacağı akla bile gelmeksizin, evler girilip alınıyor ve götürülüyordu ve bunu kimse gayri ahlaki telakki etmiyordu. Çünkü bu eşyaya adeta mübah bir mal gözüyle bakılır olmuştu.Muhacirlere o ev bolluğu içinde ev beğendirebilmek de ayrı bir mesele olmuştu.[9]
Hilmi Uran, Rum vatandaşlarının Çeşme’den kaçışını bir aslı yokken zihinde kurulan, kuruntuya dayanan korkuya bağlar ancak bu korkuyu tarif ederken onu oluşturan nedenini söylemez! Çeşme’de Rum muhaceretinin sebebi tamamiyle ruhidir. Bunu, Rumların birdenbire mahiyetini bilmedikleri meçhul bir korkuya kapılmış be bilhassa hayatları için herşeyden şüphe eder bir duruma düşmüş olmalarında aramalıdır.”[10] Sözlerindeki gizli korkunun nedeni bölgede Rum vatandaşlara karşı oluşturulan terör olgusudur. Bu zorunlu göç neticesinde Çeşme’den 40 bin rum nüfus tasfiyeedilerek fiili mübadele gerçekleşmiştir.
Savaş döneminde Rumlara uygulanan zulümler yeniden daha büyük boyutta ortaya çıkar. Osmanlı müttefiki Avusturya – Macaristan İmparatorluğu askeri ataşesi Pomiankowski bu zulümleri kısaca şu özetler: Anadolu kıyılarında oturan Rumlar askeri sebeplerden Anadolu’nun iç kısımlarına yerleştirilmişti. Trabzon’da Türk resmi makamları, Rumları şehrin yakınında karaya çıkmaya çalışan Rus birliklerine karşı kullanmışlardı. Nitekim bin kadar Rum Karadeniz’in sularında boğulmuştu[11].
Alman arşivlerini İnceleyen araştırmacı WolgangGust arşivden paylaştığı belgelerle 1915 Soykırım sürecinde Ermenilerden sonra sıranın Rumlara geleceğine dair güçlü kanıtlar sunar: Fakat savaştan uzak olan, Anadolu’nun zararsız ailelerine yapılan muameleyi kavrayamıyoruz. Öfkeden kaynaklanan her katliam anlaşılabilirdi, bu rafine, yavaş yavaş uygulanan, iyi düşünülmüş tehcir politikası ise anlaşılır gibi değil.” Tamamen haklılar! Yetkili Alman Türk dostu çevrelerde de Ermenilerin tümüne kastedildiği görüşü var. Bazıları sıranın Ermeniler´den sonra Yahudi ve Rumlara geleceğini söylüyorlar… Rumlar Çanakkale’den sonraki tüm gelişmelerde politik olarak güvensiz oldukları için kullanılamadılar.[12]
Alman arşivlerinde Soykırımdaki Alman ortaklığına dair kanıtlar bulunmakta bunlardan birinde. çıkarılan Rum vatandaşların Ölüm yürüyüşüne çıkarılma emrinin altında Osmanlı Genelkurmay Başkanı Bronsart Paşa’nın imzası bulunmaktadır: “Alman askerlerinin Ermeni Soykırımı´na ilişkin rollerini detaylı bir şekilde araştırmış olan tek tarihçi İsviçreli Christoph Dinkel’dir ve aslında konu hakkında sadece ArmenianReview dergisinde tek bir makale kaleme almıştır.[13]
Dinkel’in araştırmalarına göre Bronsart, Osmanlı Orduları Genelkurmay Başkanı olarak Harbiye Nazırı Enver’in en yakın danıştığı çevre içindeydi. Dinkel’e göre Enver, her zaman Bronsart’ın emirlerini imzalamaya hazırdı. Bronsart da bizzat sürgün emirleri imzalamıştır. Hem de pek çok kez, ama Ermenilere karşı değil kıyı şeridinde yaşayan Rumlara karşı olmuştur bu.[14]
Gust Amele taburlarında katledilen Rum askerlerine dair tanıklıklar sunar: Tahminen iki ay önce Zincirdere’ye geldiğimde, orada Almanya’ya karşı özel bir kin duygusu vardı. Yollarda çalıştırılan iki Rum asker vurulmuştu. Vurulan Rumlar´dan biri sağlık durumu iyi olmadığı için 2 gün izin almış, fakat işe 2 gün sonra değil, 4 gün sonra başlamıştı, fakat bu gecikme için rüşvet vermiş, birkaç gün sonra da vurulmuştu. Vurulduğunda acılı annesi, “keşke onlara on beş lirayı verseydi” demişti.[15] Amele taburlarında gerçekleştirilen Katliamlara tanıklıkları paylaşır: Böyle bir idam yerini “Burada hâlâ pıhtılaşmış kanlar var ama cesetler çoktan uzaklaştırılmış” şeklinde betimleyen Norveçli rahibe ThoravonWedel – Jarlsberg ve onun Alman meslektaşı Eva Elvers gördüklerini şöyle rapor ettiler: “Öğleden sonra bir vadiye geldik, burada üç grup yol işçisi yerde ayrı ayrı oturmuşlardı, Müslümanlar, Rumlar ve Ermeniler. Sonuncu grubun önünde birkaç subay ayakta duruyordu. Biz yola devam ederek bir tepenin üstüne çıktık. Burada arabacı bize vadiden aşağısını işaret etti. Orada köy yolunda bir uçurumun kenarında yürüyüş halinde olan yaklaşık 100 erkek gördük. Başlarına ne geleceğini biliyorduk, ama onu görmedik.[16]S 45
Alman Belgelerine sıra gelmişken Gust Kolonizasyon’a dair bilgilere de ulaşmıştır:İngiliz-Amerikan ve Fransız okullarının kapatılmasıyla hiçbir sonuca varılamaz, Alman okulları da aynı ölçüde açılmalı ya da en azından bir Alman okul politikasının önü kapatılmamalıdır. Eğer Ermeniler, Rumlar, Süryaniler vs. Almanca öğrenmezlerse gelecekte Fransızca ve İngilizce konuşacaklar ve düşüneceklerdir.[17] S 264
Ölüm yollarına çıkarılan Rumlar çöllerde diğer Hıristiyanlarla katledildiklerinin tanıklığı Almanya’nın Halep konsolosudur: Doğu Vilayetlerinden Ermenilerden başka sadece Nasturiler değil, eski Süryaniler (Yakubiler), Katolik Süryaniler, diğer Hıristiyanlar da sürüldü. Uzun süreden beri burada bu gibi Hıristiyanların da öldürüldüğü söyleniyordu. Ben burada köyde, mesleği gereği çeşitli halk katmanlarıyla temas halinde olan, iyi bir gözlemci Avrupalı bir tanıdıktan bildiklerini bana yazılı olarak vermesini rica ettim, onun verdiği notları da ekliyorum. Ayrıca buraya erkekleri olmaksızın gelen, Ermeni olmayan bir sürü Hıristiyan kadın var. Erkeklerin öldürülmüş olmaları mümkündür. Kanıtlanmış vakada, kaybolanlar Katolik Rumlar´dır.[18]
Sait Çetinoğlu
[1] Mihail Rodas, Almanya Türkiyedeki Rumları Nasıl Mahvetti. Çev EvdoksiyaVeriopulu, Belge y. 2011 sh 62-63
[2] Alexander Papadopulos, Resmi Belgelerle Avrupa savaşından Önce Türkiye’li Rumlar Üzerindeki Zulüm, Ç. A.Tuygan, A. Martin, A. Köymen, Pencere 2013, s 34
[3] Şeyh Abdül Hakkı Bağdati, Fellaha doğru’’Avrupa’ya karşı İslamiyet’in son sözü’’ çev. Şeyh Muhsin Fani İstanbul. ’’Tanin’’ matbaası.1328. Yazar ve tercüman, Halep Valiliği yapan, 1912 de Manisa milletvekili seçilen, sonradan Selanik valiliği de yapan, Kemalist 4cü mecliste Başkan Yardımcısı, en bilgili ve yetenekli söz yazarı olarak kabul edilen en önemli Jön Türklerden Hüseyin Kazım Bey’in [Kadri] tanınmış takma isimleridir. (EmmanuilEmmanuilidis, Osmanlı İmparatorluğunun Son Yılları, Çev. Niko Çanakçıoğlu, Belge Y. 2014 S 76)
[4] EmmanuilEmmanuilidis, Osmanlı İmparatorluğunun Son Yılları, Çev. Niko Çanakçıoğlu, Belge Y. 2014 S 79
[5] Gerek Teşkilat-ı Mahsusa şefi Kuşçubası Eşref gerek Celal Bayar uygulanan boykot, sindirme, sabotaj ve başarısından söz ederek bu politika sonucu 1 milyon Rum’un tarihsel topraklarından kazındığını itiraf ederler.
[6] EmmanuilEmmanuilidis, Osmanlı İmparatorluğunun Son Yılları, Çe. Niko Çanakçıoğlu, Belge Y. 2014 S. 152.
[7] Hilmi Uran, Hatıralarım. Ankara 1959 s 66
[8] Hilmi Uran Hatıralarım…s 71
[9] Hilmi Uran Hatıralarım… 72
[10] Hilmi Uran Hatıralarım… s 70.
[11] Pomiankowski Joseph, Osmanlı İmparatorluğunun Çöküşü Çev Kemal Turan, Kayıhan Yayınları, 2003 s 142
[12] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri Ermeni Soykırımı 1915-1916, ç. Z. Hasançebi, A. Takcan, Belge Y. 2012 s 452 KölnischeZeitung’un muhabiri Tyszka’dan Dışişleri Bakanlığına Konstantinopel, 5 Eylül 1915
[13] Dinkel, Christoph, “GermanOfficersandtheArmenianGenocide” (Alman Subayları ve Ermeni Soykırımı), ArmenianReview içinde, Bahar 1991, Cilt 44, s. 77-133.
[14] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri Ermeni Soykırımı 1915-1916, ç. Z. Hasançebi, A. Takcan, Belge Y. 2012 s 155
[15] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri… s 317. Konstantinopel Büyükelçisinden (Wangenheim) Alman İmparatorluğu Başbakanına (BethmannHollweg) Nr: 44 Pera, 13 Temmuz 1915 Bayan W.H. nin tanıklığı.
[16] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri… s 45
[17] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri… s 264
[18] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri… s 429 Halep Konsolosundan (Rößler) Alman İmparatorluğu Başbakanına (BethmannHollweg) K.No. 90/B. No. 1950 Halep, 3 Eylül 1915